Hayatın kendisine en büyük ilham olduğunu söyleyen Marilyn’le Beş Çayı kitabının yazarı Melis Aygen çıktığı bu heyecanlı serüvene dair bilgi ve tecrübelerini paylaşıyor. Eylem Şimşek
”Marilyn’le Beş Çayı” ilk kitabınız ve şüphesiz çok heyecanlı bir süreçti sizin için. Peki, en başa dönersek bir kitap yazma fikri nasıl oluştu?
Bir kitap yazmak, kullanacağınız çok malzemeniz olduğu anlamına gelir. Her şey birden bire oldu. İnsan bir koleksiyonermiş, ben de onlardan biri. Yıllar boyu beni heveslendiren insanlar, gerçekleştirdiğimiz sohbetler, yüreklendirici deneyimler, seyahatlerimden topladıklarım, bir cümle, bir kitap, bir gülümseme, günbatımı tüm biriktirdiklerim bana son derece bonkör davranan hayal gücümle birleştiğinde ansızın, hiç beklemediğim bir anda yürüyüş yaparken, veya vitrinleri seyrederken, bir yudum kahvede yazmak istediğim hikayeye ulaştığımı anladığım anlardı. Ve o çok yazmak istediğim kitabı da yazma serüvenim basitçe bu!
Maya ve Marilyn karakterlerini oluştururken nasıl bir yol izlediniz?
Bir romanı ilginç ve okunabilir kılan, hikayeyi kimin gerçekleştirdiğidir diğer bir deyişle ana karakterin kim olduğu. Marilyn Monroe benim üniversite tezimin başlığıydı.
Tüm araştırmalarımı gerçekleştirirken hakkında hala en çok kitap yazılan ve okunan kadın kahramanın Marilyn olduğu gerçeğiyle karşılaştım.
Belleğimde tuttuğum bu bilgi, kitap yazma kararını verdiğimde, evrensel olması ve hakkında en çok kitap yazılıp okunan kadın olması Marilyn Monroe’yu seçmeye beni yöneltti. Elbette bunun dışında, bir romanın karakter ya da karakterleri hep yazara özgüdür. Sonrasında diğer ana karakterim Maya’yı yarattım. Bana göre dünyanın başkenti sayılan İstanbul’da doğmuş, büyümüş ve yaşıyor olan, en kıymetli meslek, ruh bilimi, psikiyatri ile uğraşan Maya’nın geçmiş yaşam kimliklerinin peşine düştüğü yüreklendirici ve aydınlatıcı bir hikaye kaleme aldım.
Medya alanında başarılı işler yaptınız. Seyahat etmek farklı yerler görmek de zaten sizin için çok keyifliydi her zaman. Kariyerinizdeki tecrübe ve birikimler çıkardığınız bu romana hangi yönleriyle yansıdı?
Yazmak, sadece ilham aldığında yapılacak bir şey olmamalı. Tıpkı gazetecilik ya da dergicilik gibi tam zamanlı bir meslek gibi üstlenmeli. Yazdıkça büyüyor, büyüdükçe soru soruyor, sordukça çoğalıyor ve genişliyorsun. Yazmayı yazarken öğreniyor, öğrendikçe daha kabiliyetli bir hale geliyorsun ve zanaat geliştikçe gelişiyor. Kariyerimdeki birikimler en çok IQ ve EQ dengesini sağlayabilmem anlamında bana yardımcı oldu.
Bir yazarın okuyucuya ulaşması ya da onu yakalaması kurguladığı karakterlerle ancak gerçekleşebilir. Siz karakterlerle okuyucu arasında nasıl bir ilerleme katettiniz?
İyi bir hikaye demek aynı zamanda da duygusal olarak karakterlerle meşgul olmak demek değil midir zaten? Duygularımızı meşgul eden kahramanları, bir psikiyatr, hastaları ve Marilyn çerçevesinde işte tam da bu yüzden tasarladım. Çünkü duygu denilince, Psikiyatri, dikkat çeken bir dal. Duygusal çatışmalar insanoğlunun her daim merak konusu.
Başta Maya ve Marilyn olmak üzere tüm karakterlerime duygusal çatışmaları ekledim.
Karakterlere ne olduğunu bilmenin bitmeyen merakıyla, her birinin hikayesi bir zincir oluşturuyor. Okuyucuya bu yaşamları takip etme düşüncesini vermeyi sevdim. Sanırım bu biraz da panoramik bir bakış açışı; Bir şeyler öğrenmenin sürpriz mutluluğu. Bu okuyucuyu da vermeye çalıştığım bir şey. Hepimiz biriz ve herkes ve her şey birbirine bağlıdır.
Hikaye bize neyi anlatıyor?
Hayat en büyük ilham. Bizi eğiten, eğlendiren, korkutup hayrete düşüren her şey hikayelerimizi oluşturuyor. Kitabımda dört ayrı çağda, Rönesans, Kayıp Kuşak Yazarlarının Paris’i, Hollywood Altın Çağı ve günümüz İstanbul’unda var olan dört dayanıklı ve güçlü kadın karakterin birbirleriyle kesişme hikayesi. Her birinin ayrı bir tonu var!
Kitabın ortaya çıktığı üç yıl süresince nelerden etkilenerek beslendiniz ne tür araştırmalar yaptınız?
Her bir kadının hikayesini yazarken, belirtmeliyim ki hepsini aynı anda yazmadım elbette. Karakterlerimi benimserken ve her birine ayrı bir anlatı verirken, aklımda hep tek bir şey vardı “Ben O’yum.” Bu hisse bürünmek her birini son derece gerçekçi kıldı. Tabii Marilyn hariç! Onların düşüncelerini, kusurlarını ve hatalarını gösterebilmemi sağladı.
Dört ayrı karakterin her birine odaklanıldığında, neredeyse aynı miktarda zaman geçirdim.
Bu yüzden bu zaman periyotları ve olaylarının her biriyle eşit derecede yaşadım. Bu derin dalışları yaptığım için, onlara gerçekten bağlı hissettim. Her biri için gerek coğrafi, tarihsel gerek kültürel açıdan çok fazla araştırma yaptım tabii. Genellikle yapım gereği çok araştırma gerektiren konuları seçme eğilimindeyim. Rönesans için Da Vinci, Botticelli, Michelangelo’nun eserlerinden tutun da dönemin giysileri, yaşamı, kültürü, renklerine, tarihine kadar. Paris’te dört yıl yaşamış olmam ve kaleme aldığım her detayı adım adım keşfetmiş olmam kısacası çoğu ayrıntıyla ilişkiye sahip olmam Kayıp Kuşak Yazarlarının zamanını yazmamı kolaylaştırdı. Derken Hollywood ve Marilyn. Her bölüm kendince etkileyici. Hikayelerinin her birine bir sürpriz yerleştirdim. Söylemeliyim ki, karakterlerimi çılgınca seviyorum. Kitabım beni narsist yaptı.
Marilyn Monroe, moda ve stil ikonu olarak yeri doldurulamayan biri. Siz Monroe ve onun stili hakkında ne düşünüyorsunuz?
Ölümünün üzerinden 57 yıl geçmiş olmasına rağmen, Marilyn Monroe’nun hala moda dünyasında kalıcı bir etkisi olacağını kim bilebilirdi ki. O, resmen bir moda ikonu. Göz alıcı Monroe, 1955 yıllarında yanık turuncu bir elbisenin üzerine attığı kürk bir şalıyla dikkat çeker. Jean giyen ilk oyuncudur. Gentlemen Prefer Blondes’taki fuşya elbisesi, mücevherleri, aktrisin en ünlü görünümlerinden biridir. Yaz Bekarı filminde uçuşan pileli beyaz elbisesi veya Başkan John F. Kennedy’ye Happy Birthday’i söylemek için giydiği svarovski taşlı daracık nüde elbisesi gözlerimizin önünden hiç gitmez. Aksesuarlara gelince, Ferragamo ayakkabıları, taşıdığı Louis Vuitton çantalar, Emilio Pucci ve Lanvin tasarımları enfestir. Versace, Dries Van Noten gibi modern trendlere ilham vermeye devam ediyor. Marilyn’in moda ikonu olarak geleceğin tasarımcılarını belirleme yeteneğini görmezden gelemeyiz. Tabii her şeyden de öte, Norma Jean’in makyaj ve saçıyla da Marilyn’e evrilme öyküsü de bence başlı başına bir moda.