Güzellik dünyasında en çok konuşulan ama en az dürüst olunan konu: yaş almak. Her mecrada, her reklamda, her filtreden süzülen aynı mesaj yankılanıyor: “Genç kal. Kusursuz ol. Zamanı yen.” Yazan: Aykut Ünver

Sosyal medyanın büyüttüğü aynada, yaşlanmak bir biyolojik gerçek olmaktan çıkıyor, korkulması gereken bir fikir haline geliyor. Kadınlara “genç kal” deniyor — ama bu söz bir temenni gibi değil, neredeyse bir emir gibi söyleniyor.
“Güzel = Genç görün.” “Doğal ol ama pürüzsüz, lekesiz ol.” “Bakımlı ol ama belli etme.”
Bu kadar çelişkinin ortasında kadın için yaş almak, artık bir süreç değil, bir sınav haline geliyor.
Erkek Karizması, Kadın Kusuru
Erkeklerin saçlarına düşen ak, “karizma” olarak kutlanırken aynı beyaz tel, bir kadında “bakımsızlık” olarak fısıldanıyor. Erkeğin yüzündeki çizgiler “deneyim”in sembolü; kadınınkiler “ihmal, yıpranmışlık”ın kanıtı gibi görülüyor.
Toplum, erkeklerde olgunluğu överken, kadınlarda zamanı bir hata olarak işaretliyor. Ve ironik biçimde, bir yandan “yaşlanma belirtilerini gizle” derken, diğer yandan bu çabayı gösteren kadınları eleştiriyor. Bakım yaparsa “doğallığını kaybediyor”, botoks/dolgu yaptırırsa “yüzünü mahvediyor.” Ne yaparsa yapsa kusurlu, hatalı ve suçlu, çünkü oyunun kuralları adil değil.
Ageism: Görünmeyen Ama Her Yerde
Tüm bu çelişkinin merkezinde bir kavram duruyor: ageism — yani yaş ayrımcılığı. Kadınlar, zamana karşı savaşırken toplum onları hem alkışlıyor hem yargılıyor. Erkek yaş aldıkça “bilge”, kadın yaş aldıkça “yıpranmış” sayılıyor. Zamanın izleri, bir yüzün hikayesini anlatmak yerine, sanki silinmesi gereken bir hata gibi gösteriliyor.
Emek, Acı ve Sessizlik
Bugün herkes genç görünmenin peşinde. Kremler, cihazlar, iğneler, serumlar… Hepsi “zamana meydan okuma” vaat ediyor. Cilt bakımına saatler ayrılıyor, bütçeler belirleniyor, seanslar planlanıyor. Ama tüm bu çaba gizlice, saklanarak ve inkar edilerek yapılıyor — sanki güzel görünmek ayıpmış, sanki zahmetsiz gençlik daha makbulmüş gibi.
Zamansızlık Takıntısı: “Başarılı Yaşlanma” da Yaşlanıyor
Bir zamanlar “başarılı, zarif yaşlanmak” kavramı vardı. Kırışıklıklarıyla zarif, kendinden emin, kendisiyle barışık kadınları anlatırdı. Ama o kavram da değişti.
Kimse “başarılı yaşlanmakla” yetinmiyor; herkes hiç yaşlanmamayı istiyor. Yaş almak değil, yaşlanmak bile başarısızlık sayılıyor.
“Başarılı yaşlanmaya ne oldu?” diye sorsak, cevabı ironik olurdu: “O da yaşlandı.”
Yeni Nesil: Güzelliğin Erken Çağı
Toplumun, özellikle de yeni nesillerin üzerinde kurduğu görünüm baskısı şimdi en yüksek noktasında. Güzellik, doğallığın bir yansıması olmaktan çıkıyor; tek tip bir kalıba sıkıştırılıyor. Artık 10–11 yaşındaki çocuklar bile yaşlanmaktan korkuyor, panik halinde retinol kremler, C vitamini serumları alıyor. Çünkü sosyal medyada yaratılan ve gerçeği olmayan bir gençlik, kusursuzluk ateşine kapılıyorlar.
Henüz çocuk yaşta, kusursuzluk fikri zihinlerine yerleşiyor. Sanki yaş almak değil, yaş göstermek bile suçmuş gibi. Bu tablo, güzelliğin anlamını yeniden düşünmeyi zorunlu kılıyor. Çünkü güzellik, bir kalıba sokuluyor.
Kendin Olmanın Zarafeti
Bugün en doğru tavır, herkesin kendi bedenine, kendi zamanına ve kendi tercihlerine saygı duyması oluyor. Kimileri çizgilerini gururla taşıyor, kimileri onları silmeyi tercih ediyor. Kimileri doğallığıyla parlamaktan mutlu oluyor, kimileri bakım ritüelleriyle kendini yeniden tanımlıyor. Hiçbiri yanlış görünmemeli.
Önemli olan, herkesin kendini nasıl iyi hissediyorsa öyle görünmesine izin verilmesi oluyor. Ne zamana meydan okumak bir suç sayılıyor, ne de zamanı olduğu gibi kabul etmek bir zayıflık. Kendine özen göstermek, yaşını sevmek, değişimi kabul etmek ya da direnmek — hepsi kişisel bir tercih olarak görülmeli, sorgulanmamalı ve eleştirilmemeli.
Birbirimizle savaşmak yerine, tercihlerimizle barış içinde yaşamamız en doğrusu olacak.








