”En büyük hayalim çocukların ilkokuldan sonra işyerlerine değil okullara gitmesi gerektiğiydi.” düşüncesi ile yola çıkarak TOÇEV’i kurmaya karar veren ve bu sayede birçok başarılı projeyi gerçekleştiren Ebru Uygun, kendi olmaktan korkmayan, risk almayı seven, çalışma azmi yüksek bir kişilik. Henüz 23 yaşındayken bir vakıf kurmayı aklına koyan ve bu düşünceyi yavaş yavaş şekillendirerek çevresi ile paylaşan Uygun, Türkiye genelinde bir farkındalık oluşturma hedefi ile toplumu bilinçlendirmeye odaklı işler yapmaya devam ediyor. 25. Yılında 7 milyon çocuğa ulaşan TOÇEV vakfı ise ortaya çıkardığı başarılı projelerle pek çok kişiye destek sağlama konusunda başarılı bir grafik çiziyor. Eylem Şimşek
Amerikalı bir yardım kurumunda çalıştığınız dönemde siz de vakıf kurma fikriyle bu yola çıktınız. Detayları sizden öğrenmek isteriz. Nasıl gelişti her şey?
O sıralar üniversite öğrenimime devam ediyordum. Aynı dönemde Amerikan menşeili bir vakıfta da çalıştım. Vakıf ağırlıkla Güney Afrika’daki ailelere destek veriyordu. Ben ofiste çalışırken, gelen evrak ve mektupları değerlendiriyordum. Türkiye’den çok ciddi destekler geliyordu, özellikle Boğaziçi Üniversitesi’ndeki profesörlerden. Türkiye’ye dönünce böyle bir vakıf kurmayı planladım. Özellikle ilkokul çağından sonra çalışmak zorunda kalan çocuklar için. 10’lu yaşların başındaki çocuklar tarım, sanayi veya hizmet sektörlerinde çalışıyor olması beni bir şekilde kalbimden vuruyordu. Çok etkileniyordum.
Onlar adına bir şeyler yapabilmek, bu çocukların hakkı olan yerleri okullarda olmaları için bir vakıf kursam nasıl gelişir, nasıl oluşur diye düşünmeye başladım. Bunu önce okul danışmanımla daha sonra da vakıf yetkilileriyle görüştüm. Bir şekilde şekillendirmeye çalıştım. O zamanlar büyük çaplı sivil toplum örgütleri yoktu. Rotarianlar, Lionslar, TED, TEV gibi kurumlar vardı ama şu anki kadar fazla değildi. Bir şekilde düşüncemi değerlendirmeye çalıştım. Üniversiteyi bitirip Türkiye’ye döndüğüm zaman böyle bir vakıf kurma planımı ve heyecanımı paylaştığımda tabii ki ailemde haklı olarak tepki aldım. Daha sonra tabii ki yanımda oldular. Destek aldığım arkadaşlarımla irlikte planlarımı şekillendirdim. İlk çalışmaya başlamamızın üzerinden altı ay geçince de resmi hale geldik.
1994 yılında beş çocuk ile başlayan yolculuğunuz bugün beş milyonu aşkın çocukla devam ediyor. Bu kadar geniş çaplı bir kurum olmayı hedeflemiş miydiniz?
İnanın hedeflememiştim. İlk soruda da bahsettiğim gibi ilkokuldan sonra çalışmak zorunda kalan çocuklara ailelerinin yanından ayırmadan destek olmayı planladık. Çeşitli yardım kurumlarında çalıştıktan sonra çocukların ailelerinin yanından ayrılmamasına karar vermiştim. Bu yüzden de bunu arkadaşlarımla paylaşarak, çocukların bütün ihtiyaçlarını evlerine ulaştırma, üniversite bitene kadar çocukların bütün ihtiyaçlarını karşılama kararını aldık. İlk başladığımda beş çocukla kalmayacağımı hayal ediyordum açıkçası, hedefim beş çocuk değildi tabii ki. Hayalim bir farkındalık oluşturmaktı. Bir imece yaratabilmekti. İlk adımı attıktan sonra halkın arkamızdan akın akın ilerlemesiydi. Doğru, hayalimin çok üstüne çıktı, gerçekten ciddi bir rakama ulaştık. Daha da ilerleyeceğine inanıyorum.
TOÇEV’de ne gibi projelere yer veriliyor?
TOÇEV çocuğun olduğu her ortamı bir şekilde iyileştirerek, güzelleştirerek onun hak ettiği şekle getirmeye çalışıyor. Bildiğiniz gibi bir çok sosyal sorumluluk projemiz var. 2004 yılından beri Türkiye genelinde kimi zaman ciddi uluslararası ve ulusal kurumlarla kimi zaman basınla beraber farklı projelere imza atıyoruz. Kimi zaman okulları onarıyoruz, kütüphaneler, laboratuvarlar, sanat atölyeleri, terapi yerleri, jimnastik salonları yapıyoruz. Bunun yanı sıra çocuklarımızın hayatları boyunca bilmeleri gereken bilgilerin eğitimlerini dokuz-on yaşındaki çocuklara vermeye çalışıyoruz. İlk yadım eğitiminden diş sağlığına, küresel ısınmadan ekmeğin faydalarına kadar. Suyun nasıl kullanılması gerektiği, enerjinin nasıl kullanılması gerektiği gibi bir çok projeyle çocuklara eğitimler veriyoruz. Ergenlik çağına gelen çocuklarla atölye çalışmaları yaparak bu çocukların ruhsal açıdan da doğru gelişmelerini sağlamaya çalışıyoruz. Lise çağındaki çocuklarımıza meslek kariyerlerinden ilerlemeleri adına onları yönlendirecek projelere imza atmaya çalışıyoruz. Bunların yanında en önemli projelerimizden biri, ceza infaz kurumlarında anneleriyle birlikte yaşamak zorunda kalan çocuklarımıza ulaştığımız çalışmalarımız. Bu çocukların doğru büyüyebilmeleri için yaptığımız atölye çalışmalarımız var. Çocuğun bulunduğu her ortama her alana girmeye ve çocuklara bir şekilde dokunmaya, hak ettiği eğitimi, ortamı devlet ve özellikle Milli Eğitim Bakanlığı ile birlikte, onların önerilerini dikkate alarak vermeye, aktarmaya çalışıyoruz.
Sizi en çok etkileyen proje hangisiydi?
”Yaşasın Okulumuz” hayatımızda dönüm noktası olduğu için beni etkileyen en önemli projelerden bir tanesi. Ve bu proje ile beraber başa baş gidebilecek diğer önemli ”Benergenim projesi.” Çünkü ergenlikte öfke kontrolümüzü sağlayamazsak ve o dönemi sağlıklı geçiremezsek yetişkin yaşa eriştiğimizde hayatta bazı travmalarla yüzleşebiliyoruz. O yüzden de ergenlik döneminin çok önemli olduğuna inanıyorum. O dönemin doğal bir dönem olduğunu, doğal bir şekilde sağlıklı yaşanması gerektiğini, hem aile hem çocuk tarafından, hem de öğretmenleri tarafından sağlıklı bir şekilde geçirildiğinde çocuk sağlıklı gelişmiş bir birey olarak topluma kazandırılacaktır. O yüzden Benergenim bana en çok dokunan projelerden bir tanesi.
Kadın girişimciler için ne gibi tavsiyelerde bulunmak istersiniz?
Kadın girişimcilere hep şunu söylüyorum: Kadın olmakla her zaman gurur duyun. Kadın olmamızdan doğan bütün yetileri keyfiyle yaşayın. Kadın olmak bir çok şeyi görmemizi, daha detaylı inceleyebilmemizi, çok daha farkında olmamızı, daha üretken olmamızı, daha cesur olmamızı sağlayan hediyelerle dolu. Bunların hepsini kendi içimizde doğru harmanlayabilir ve cesur olabilirsek her şeyi başarabileceğimize inanıyorum. Kadın cesurdur ve güçlüdür. Kadın kimliğini hiçbir zaman unutmayalım. Kadın olalım. Kadın gibi yaşayalım. Başarılı olalım. İşinsanı olalım. Ama kadınlığımızı unutmayalım.
TOÇEV aynı zamanda geçtiğimiz Mart ayında Türkiye’de ilk kez “Çocuk Hakları Perspektifinden Türkiye’deki Risk Altındaki Çocuklar Sempozyumu” ile hayati bir sorunu gündeme taşıdı. Nasıl geri dönüşler aldınız?
Çok keyifli, doğru geri dönüşler aldık. TOÇEV’in hayatında da çok ciddi bir pencere oldu. Çok ciddi akademisyenler katıldı, çok ciddi konular tartışıldı. Bu tartışmalar neticesinde de her soruna bir çözümle gidilmeye başlandı. Bu çözümler de bizim farklı pencerelerden değişik yeni projeler hayata geçirmek için planlar yapmamızı sağladı. Daha yapacağımız çok iş var. Çünkü mühim olan sorunlara getirdiğimiz çözümleri hayata geçirmek ve başarılı olmak. Bir çok kurumdan ve bakanlıklardan pozitif anlamda geri dönüşler aldık.
Bir çok ülkede çocuk istismarı ve suça sürüklenen çocuklar bulunuyor. Bunun önüne geçebilmek adına nasıl bir yol izlemek gerekir?
Maalesef ki evet. Kendi ülkemizde de çok ciddi rakamlar var bu konuda. Bunun için tabii ki en büyük etkenler yoksulluk, işsizlik, eğitimsizlik, aile içinde yaşanan gerginlik, ailenin çocuk üzerindeki baskısı. Bunlar gibi bir çok etken var. Bunlara karşı her kurum, vakıf, STK, bakanlıklar veya yerel yönetimlerle yaptıkları işbirliğiyle ve ürettikleri projeler hareket etmeli. Hem ebeveynlere hem çocuklara farklı yönlerden verilecek atölye çalışmalarıyla, eğitimlerle sorunların doğru yönlendirebileceğini düşünüyorum. Ama bunlar çok ciddi sorunlar. Çok ciddi şekillenmesi ve adım adım ilerlenmesi gereken sorunlar. Bir STK’nın tek başına yapabileceği işler değil. Bir şekilde devletle beraber ilerlenmesi gerekir.
İki çocuk annesi olarak bu yoğun tempoda siz çocuklarınızla vakit geçirebiliyor musunuz? İletişiminiz nasıl?
Kendimden çok fazla özveride bulunarak hayatımda olan herkese vakit ayırmaya çalışıyorum. Çocuklarım şu anda 21 yaşında. Onlarla çok doğal, içten ve samimi bir dostluğumuz var. Hayatı birlikte paylaşıyoruz. Hayat yolculuğunda birlikte ilerliyoruz. Ben kendi yolculuğumda ilerlerken kimi zaman bana destek oluyorlar. Onlar kendi yolculuğunda ilerlerken de ben onlara destek oluyorum ve onlarla daima gurur duyuyorum.
Yayınlanan pek çok kitabınız oldu. Kitap yazma fikri nereden aklınıza geldi?
Paylaşmak en önemli hayat değerlerimden bir tanesi. Herkesin kendi hikayesiyle bir başkasına kapı açacağını düşünüyorum. 2001 yılında çok ciddi sağlık sorunu yaşadım. Bir süre yürüyemedim ve bu süre de konuşma yetimi de kaybettim. O dönemde yakın bir dostum dostum ”Yaz Ebru. Yazdıkça rahatlayacaksın” dedi. İlk olarak günlük tuttum. Yaşadığım her iniş çıkışı, her ruh halimi, yaşadığım her şeyi bir şekilde kaleme alıyordum. Arkadaşımın kitap haline getirmek istemesiyle ortaya çıktı. Yazar değilim ben, öyle bir iddiam da yok. Benim iddiam paylaşmak. Ben de kitap fikrini hayata geçirmek istedim. İlk kitabım ”102 No’lu” isim ile Varlık Yayınları’ndan çıktı. Daha sonra ise ”Dokunduğum Yürekler” ve ”Birlikte Yürümek” ile devam ettim. Gördüğüm her öğretiyi, her tecrübeyi bir şekilde kendi dilim ve samimiyetimle kaleme almaya çalıştım.
Hobi olarak ebru sanatını seçmeniz ve bu alana merak duymanız dahası bunu workshop aracılığıyla insanlara sunmanız nasıl oldu?
Bu da hayatımda başka bir yolculuk. Resim hayatımda hobi olarak yaptığım bir alan ve kendimi ifade etme şeklimdi. Ebru sanatına daha önceden bir merakım vardı. Eski bir Türk sanatı olması beni her zaman çok heyecanlandırmıştı. Vakfımızın 15. Yılında bir ebru sanatçısı ustamızdan çok ciddi eserler alarak sertifikalarımızı hazırlamıştık. 2011 yılında gözlerimden ciddi bir problem yaşadığımda evden çıkamaz bir duruma geldiğimde o değerli dostum Ali Saraçoğlu’nun bana önerisiyle başladım. Evimde bir atölye kurmamı ve ufak ufak çalışmaya başlamamı önerdi. Bunu her zaman anlatıyorum ama kimse inanmıyor; mum ışığı ile başlayan bir yolculuk. Beni çok rahatlatan, kendimi bulduğum, kendi adıma bir çok şey keşfettiğim bir sanat dalı oldu. Esasında benim için bir meditasyon, çünkü bütün duygularımı, yaşanmışlıklarımı aktarabiliyorum. Benim için ebru, renklerin sudaki dansı. Bu yüzden bütün sergilerime EBRUca diyorum. Esasında bir hobi ile başladı. Ama sanatın gerçekten iyileştirme gücü olduğunu fark ettim. Bu yüzden de workshoplar ile herkese aktarmayı düşündüm herkes yaşayabilsin diye. Ebrunun yurt dışında daha çok gündeme gelmesi en büyük hayallerimden bir tanesi. Çünkü çok seviliyor. Bunda bir misyon edinerek, ki bunu yapan çok ciddi sanatçılarımız var, Türkiye dışındaki sergilerle ebruyu taşımaya çalıştım.
Bir de bloğunuz var paylaşımlar yaptığınız. Ne kadar sıklıkla güncellemeler yapıyorsunuz?
Haftada bir veya on beş günde bir yapmaya çalışıyorum. Çünkü çok ciddi birikimler ve tecrübeler var. Bunları bir şekilde aktarabilmek, paylaşabilmek çok değerli. Kimi zaman hastalıklarla ilgili, kimi zaman STK’larla ilgili, gönüllülükle ilgili, çocuklarla ve eğitimle ilgili paylaşımlarda bulunuyorum. Çok da güzel geri dönüşler alıyorum. Bunları da paylaşmaya devam edeceğim.