Zaman zaman güldüren, zaman zaman da midemize yumruk gibi oturan bir hikaye; Green Book. Adını Amerika’da 1960’lı yıllarda siyahi ırkın sokaklarda güvenli seyahat edebilmesi için rehber olarak yazılan Yeşil Kitap’tan alan filmi Eylül Kübra Uzun yorumladı.
Altın Küre Ödülleri’nde Komedi/Müzikal dalında En İyi Film, En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu ve En İyi Senaryo ödüllerini alan Green Book filminin, Oscar Ödülleri için de beş ayrı adaylığı bulunuyor. Film adını Amerika’da 1960’lı yıllarda siyahi ırkın sokaklarda güvenli seyahat edebilmesi için rehber olarak yazılan Yeşil Kitap’tan alıyor. Hikayede siyahilerin yemek yiyebileceği lokantalar ve konaklayabilecekleri oteller yazıyor. Genel olarak bence oldukça keyifli bir film. Zaten başrolde bugüne kadar hiç bu şekilde görmediğimiz bir Viggo Mortensen, yardımcı erkek rolünde ise Moonlight (2017) filmindeki performansıyla En İyi Yardımcı Oyuncu Oscar’ına layık görülen Mahershala Ali var. Filmi izlediğimde ilk hissettiğim şey bu yıl “The Upside” olarak Amerikan versiyonu çekilen Fransız yapımı Intouchables (2011) esintilerini gördüm diyebilirim. Viggo Mortensen, A Perfect Murder (1998) filminden beri dikkatimi çeken bir oyuncuydu, The Lord Of The Rings üçlemesi ile de Viggo’nun herkesin radarına takıldığı kanaatindeyim. Karakteri karikatürize ettiğini söyleyenler oldu ama o dönem Bronx’ta yaşayan bir İtalyanı canlandırdığını düşünürsek asla bir abartı olmadığını söyleyebiliriz. Ödül alabilecek bir performans mı? Kesinlikle. Bugüne kadar 3 Oscar, 4 Altın Küre adaylığı var. Ancak yine de bu sene Rami Malek’in yılı olacak gibi görünüyor. Altın Küre’yi aldı, Oscar için de en güçlü aday Rami… Ama bu benim için Viggo’nun zirvedeki performansı olabilir kesinlikle. Çünkü yarattığı karakter gerçekten yaşıyor ve boş bir anı yok. Danimarkalı bir oyuncunun İtalyan birini canlandırması takdire şayan…
Hele ki o yemek yeme sahneleri yok mu? Film bitene kadar KFC sayıkladım diyebilirim, Mahershala Ali de bence çok başarılı bir performans sergilemiş. Altın Küre’yi zaten kazandı ama bence Oscar için de en güçlü adaylardan biri. Son yıllarda yıldızı bu kadar parlayan bir oyuncu var mı bilemiyorum. Gerçekten çok doğal, çok akıcı, çok çabasız ve potansiyelli bir oyuncu olduğunu düşünüyorum. Beden kullanımı, mimikleri o kadar bizden ki… Tony Lip’in silahını çıkardığında verdiği tepki ders niteliğinde. Bundan sonra başrol olarak, yine oynadığı karakterlerden farklı bir rolle kendisini izlemeyi en çok istediğim oyuncuların başında geliyor. Bunun için True Detective’in yeni sezonu bir başlangıç olabilir. Filme gelecek olursak; bir dönem filmi ve Amerikan tarihinde özellikle de son yıllarda üzerine çokça senaryo yazılan bir konusu var. Zaten Amerika tarihinde hala tam anlamı ile çözülememiş, bir nevi güncelliğini de koruyan bir konu. 60’lı yıllarda ünlü bir siyahi piyanistin konserlerini vermek için ülke içerisinde bir araba yolculuğuna çıkması ve bu yolculukta şoförü/korumasıyla başına gelenleri izlediğimiz bir film. Bence film çok güzel bir dille anlatılmış. Sadece biraz dış çekim görüntülerinin de olmasını istedim. Aralarda klişeler var ama asla sıkmıyor. Birbirinden tamamen farklı iki bireyin ilişkilerindeki değişim zaman zaman güldürerek çok güzel işlenmiş. Dr. Don Shirley’in Tony Lip’e yola attığı bardağı aldırması gibi sahneler gerçekten çok sevimli detaylar olmuş. Bunun dışında senaryoyu çok yalın ve sade buldum, espriler çok ince, yaşanan dram ajitasyon yapılmadan anlatılmış.
Çekimler güzel, yönetmen gerçekten iyi bir iş çıkarmış. Filmin en can alıcı cümlesi benim için; “Yeterince siyahi değilsem, yeterince beyaz değilsem, yeterince erkek değilsem, söyle bana, peki ben neyim?” diyebilirim. Hatta en can alıcı cümlenin en klişe sahnede olması da biraz manidar oldu En akılda kalıcı cümlesi de “Dünya ilk adımı karşıdan bekleyen yalnızlarla dolu!” oldu benim için. Film ile ilgili belki de tek yapabileceğim eleştiri o dönemde Dr. Don Shirley’nin yaşadığı ırkçılığı çok hissedemedim. Belki bir doz daha fazlasının gösterilmesini istedim, çünkü yaşanan şeyler gerçekte yaşananlara kıyasla ya da daha önce izlemiş olduğumuz filmlere nazaran çok az gösterilmiş gibi geldi. Bu tarz filmlerde ajitasyon yapmadan bir şeyleri anlatmak gerçekten çok zordur ve büyük bir tecrübe gerektirir. Ancak burada sanki ajitasyondan kaçınırken işin özünden de biraz uzaklaşıldığını düşündürüyor. Çünkü ırkçılık çok sert bir konu, ne yazık ki yıllardır da devam ediyor. Sadece bu kadar sert bir konuda gülümseten detayların çok fazla olması işin ciddiyetini biraz yumuşatmış gibi geldi. Muhtemelen bu film yapılırken de ırkçılık konusunun hep çok sert ya da ajitasyon yapılarak çekilmesinden biraz uzaklaşmak istediler bir değişiklik olsun diye. Bunu farklı bir şekilde göstermek istemelerinde haklılar da! Sonuç olarak ben bir seyirci olarak fikrimi söylüyorum tabii ki de. Bu tek eleştirimin dışında da oldukça keyifli ve kesinlikle izlenilmesi gereken naif, sıcacık bir film…