Konumuz Yoga; Yaralı Çocuk

0
586

Amacı küçük/bireysel bilinç ile kozmik bilincin birleşmesi olan ve yaklaşık 10 bin yıldan fazla süredir pratik edilen yoganın sağlığı olumlu yönde etkileyen birçok faydası bulunuyor. Özünde asıl amacı pratik eden bireyleri “ruhani özgürlüğe” ulaştırmak ve gerçek benliğine yönlendirmek olan bu pratikleri sadece fiziksel ve zihinsel faydalarını düşünerek yapmak haksızlık olur; çünkü yoga aslında bizim özümüzdür ve yaptığımız uygulamalar bu değişmez, limitsiz ve karşılıksız sevgi potansiyelini yüzeye çıkararak bu ışığın önce bireyin kendisini ardından tüm dünyayı aydınlatmasına izin vermektir. Begüm ÖZBEK

Peki bu ışık nasıl yayılacak ?
Sırtımızda ve kalbimizde taşıdığımız o ağır yükler, korku, hırs, nefret, acı, endişe gibi duyguların üstesinden nasıl geleceğiz? İçimizdeki yaralı çocuğa nasıl söz geçirerek cesaretlendireceğiz ki kalbini açabilsin.

Öncelikle o yaralı çocuğu fark etmemiz ve ona şefkatle yaklaşmamız gerekir. Bu yukarıda bahsi geçen diğer tüm olumsuz duygu ve düşünceler için de geçerlidir. Fiziksel Aydınlanma/Nirvanayı bir kenara bırakırsak ruh sağlığımız, genel refahımızın önemli bir parçasıdır ve anne karnından ölüme kadarki bütün zamanları ve hatta sonrasında kapsar. Bu bağlamda içsel huzuru yakalamak, stres ve anksiyeteyi kontrol edebilmek için öncelikle zihnin eğitilmesi gerekmektedir. Eğitilmiş bir zihin olan bitene eşit mesafeden sadece şahitlik ederek izler ve yükselen olumlu veya olumsuz duygular, düşünceler ve oluşumlarla kendini bağdaştırmadan içsel huzurunu korur. İçindeki yaralı çocuğa sevgi ve şefkatle yaklaşır ki bu önce kendisiyle ve daha sonra yeryüzünde ki tüm varlıklarla olan ilişkisini kuvvetlendirecektir. Zihin eğitimi denince akla tek bir kelime geliyor: dhyāna.
Dhyāna, kelimesi “dhā” kökünden gelir ve çekimli hali ile “dhi”’ye dönüşür. “Dhi” kökünün kelime anlamı “yerleştirmek, koymak’tır.” Öz’ün (atman) ve “Benlik-Bilgisinin bilinir kılındığı” yöntemdir. Genelde zihin davranış biçimi olarak bir sarkaç ile örneklendirilir. Sarkaç, bir o yana bir yana sürekli nasıl dalgalanır ve hareket ederse, zihinde duyu objelerinden gelen verilerle ve onlara karşı ürettiği tepkilerle aynı dalgalanmalar ve hareketlilik içerisindedir. Sarkaç ortada nasıl sabitlenerek bir denge haline ulaşırsa, zihin de dalgalanmalarını yavaşlatabilir, hatta bir süre sonra dindirip, kontrol altında sabit bir şekilde tutabilir.
İşte bu nedenledir ki, Patanjali Yoga Sutra’larda Dhyana’yı 8-basamaklı (aştanga, aşta-sekiz, anga: uzuv) Yoga sistemi içerisinde 7. Adıma koymuş ve bu hale ulaşmanın altyapısını hazırlayacak altı ayrı basamağı da aşağıdaki gibi sıralamıştır.

Aştanga Raja Yoga (8 Basamaklı Yoga Sistemi):

  1. Yama (Evrensel ahlaki prensipler)
  2. Niyama (Kişisel ahlaki prensipler)
  3. Asana (Pozlar ve oturuş)
  4. Pranayama (Hayat enerjisi kontrolü)
  5. Pratyahara (Duyuların içe çekilmesi)
  6. Dharana (Konsantrasyon)
  7. Dhyana (Meditasyon ya da Yoğunlaşma)
  8. Samadhi (Zihin ötesi bilinç hali)

Bu manada bizim bildiğimiz bir yoga seansı, hani “Yoga’ya kayıt oldum”, “Yoga yapıyorum” diye cümle içerisinde kullandığımız yoga terimi, maalesef günümüzde sadece 2.basamak olan Asana çalışması için kullanılmaktadır. Ancak, yukarıda da gördüğümüz üzere asana, kişiyi dhyana’ya hazırlayan bir ön-basamaktır. Yine şaşırtıcı değildir ki, Patanjali asana için 2.46. sutrada şu tanımı kullanır “sthiram sukham asanam” yani sthiram: sabit, sukham: rahat, asanam: duruş. Bir başka deyişle, asana, “sabit ve rahat duruştur”. Hem dhyana sürecinde bedenin aldığı oturuş ve hal diye yorumlanabilir, hem de hangi pozu yaparsak yapalım sabit ve rahat olduğumuz sürece tam manasıyla asana yapıyoruz diye okuyabiliriz.

Asana’lar belli başlı enerji kanallarını açıp, bedeni uzun süre “sabit ve rahat” bir şekilde oturabilir bir hale getirir, böylece beden Dhyana sürecinde bize engel oluşturmaz. Asana’dan sonra Pranayama gelir ki, genelde nefes teknikleri ile eşleştirilir. Nefes, zihin ve beden arasındaki köprüdür, nefes üzerinde kontrol sahibi olmaya başladıkça zihin üzerinde de etki sahibi olunabilir. Böylece Pranayama adımı ile zihin biraz daha sakinleşir ve meditasyona hazırlanır. Meditasyonun “zihinsel dalgalalanmaları dindirerek zaten var olan huzur ve farkındalık halini yeniden keşfetmemize vesile olan bir yöntem” olduğunu söyledik. Peki, içimizde huzur ve farkındalık hali varsa, o halde neden her zaman o hale ulaşamıyoruz? Cümleyi bir başka şekilde kurarsak, o halde bu farkındalık ve huzur halinin ortaya çıkmasını engelleyen şey nedir ve bunun için ne yapabiliriz? Yoga metinleri bunu bir göl metaforu ile anlatır. Nasıl ki gölün yüzeyi dalgalı olduğunda, bulanıklaşır ve dibindeki taşlar net görünemez ise zihin de düşüncelerle ve duyu objelerinden gelen verilerle dalgalandığında, kişinin Öz’ünü belirleyen saf “farkındalık” halinden uzak kalınır.

Dış dünya ile beş duyumuz aracılığıyla ilişki kurarız. Duyu organları dışarıdan verileri alır ve zihne gönderir, ardından zihin bunları yorumlar, kategorize eder, stoklar… Gördüğümüz tüm renkler ve sesler zihin üzerinde bir izlenim ya da etki bırakır.

Bu izlenimlerin bir kısmı daha sonra kullanılmak üzere ya hafızaya gider, ya da bilinçli olarak o an kullanılır veya bilinçaltına atılır. Ancak her biri içeride bir şekilde muhafaza edilir. Zihin bu veri malzemesini bir yandan “geçmiş” olarak dosyalar, bir yandan da “gelecekte” bu malumatla ne yapacağına karar vermeye çalışır. Peki, bu verilerin miktarı çok ve karmaşık olursa ve zihin kategorize etme, depolama, planlama fonksiyonunda “doz aşımına” uğrayarak kaybederse ne olur?
Bir odaya dışarıdan sürekli eşya getirildiğini farz edin: kıyafetler, yiyecekler, mobilyalar… Yığıldıkça yığılıyor. Bunları ayrıştıran, tanımlayan görevlinin işlevini kaybetmeye başladığını düşünün. Oda çöplüğe dönüşür! İşte neyi niçin içeri aldığını ve nasıl temizlemesi gerektiğini bilmeyen bir zihin de böyledir. Kontrolsüz duygu değişiklikleri, stres ve gerginlik halinin dindirilememesi, analiz yeteneğinde sıkıntı, kronik yorgunluk vs. “doz aşımına” uğramış bir zihnin işaretleridir.

İhtiyacımız olan şey zihnin üzerinde kontrolü yeniden ele geçirmek, yani zihinsel dalgalanmaları dizginleyip, kontrol altına almaktır.

Meditasyonun “zihinsel dalgalalanmaları dindirerek zaten var olan huzur ve farkındalık halini yeniden keşfetmemize vesile olan bir yöntem” olduğunu söyledik. Peki, içimizde huzur ve farkındalık hali varsa, o halde neden her zaman o hale ulaşamıyoruz? Cümleyi bir başka şekilde kurarsak, o halde bu farkındalık ve huzur halinin ortaya çıkmasını engelleyen şey nedir ve bunun için ne yapabiliriz? Yoga metinleri bunu bir göl metaforu ile anlatır. Nasıl ki gölün yüzeyi dalgalı olduğunda, bulanıklaşır ve dibindeki taşlar net görünemez ise zihin de düşüncelerle ve duyu objelerinden gelen verilerle dalgalandığında, kişinin Öz’ünü belirleyen saf “farkındalık” halinden uzak kalınır.

Dış dünya ile beş duyumuz aracılığıyla ilişki kurarız. Duyu organları dışarıdan verileri alır ve zihne gönderir, ardından zihin bunları yorumlar, kategorize eder, stoklar… Gördüğümüz tüm renkler ve sesler zihin üzerinde bir izlenim ya da etki bırakır. İzlenim kelimesinin kökünden de anlaşıldığı gibi, zihinde her biri “iz” yaratır. Kelimenin ingilizcesi olan “impression” “im-press”, (press: baskı), zihin üzerinde baskı, damga, mühür bırakıldığını ima eder.

Bu izlenimlerin bir kısmı daha sonra kullanılmak üzere ya hafızaya gider, ya da bilinçli olarak o an kullanılır veya bilinçaltına atılır. Ancak her biri içeride bir şekilde muhafaza edilir. Zihin bu veri malzemesini bir yandan “geçmiş” olarak dosyalar, bir yandan da “gelecekte” bu malumatla ne yapacağına karar vermeye çalışır. Peki, bu verilerin miktarı çok ve karmaşık olursa ve zihin kategorize etme, depolama, planlama fonksiyonunda “doz aşımına” uğrayarak kaybederse ne olur?
Bir odaya dışarıdan sürekli eşya getirildiğini farz edin: kıyafetler, yiyecekler, mobilyalar… Yığıldıkça yığılıyor. Bunları ayrıştıran, tanımlayan görevlinin işlevini kaybetmeye başladığını düşünün. Oda çöplüğe dönüşür! İşte neyi niçin içeri aldığını ve nasıl temizlemesi gerektiğini bilmeyen bir zihin de böyledir. Kontrolsüz duygu değişiklikleri, stres ve gerginlik halinin dindirilememesi, analiz yeteneğinde sıkıntı, kronik yorgunluk vs. “doz-aşımına” uğramış bir zihnin işaretleridir.

İhtiyacımız olan şey zihnin üzerinde kontrolü yeniden ele geçirmek, yani zihinsel dalgalanmaları dizginleyip, kontrol altına alarak duygusal ve psikolojik sağlığımıza sahip çıkmak.

Namaste