Birbirinden farklı pek çok projeye imza atan fotoğraf sanatçısı Merve Hasman Salvatori, her ne kadar evlenip İtalya’ya yerleşmiş olsa da mümkün olduğunca Türkiye’ye gelerek burada da işlerini sürdürmeye devam ediyor. Sanat dolu bir hayatın içerisinde olup, üniversite döneminden bu yana fotoğraf alanında yer alması onu en fazla mutlu eden şeyler. Aile kurmak ve anne olmayı sabırsızlıkla bekleyen Merve’nin bu sıralar gündeminde ise hayata geçirmeyi planladığı bir çok proje var Önceliği ise bir ‘coffee table book’. Şimdilerde İtalya’da bu proje üzerinde çalışıyor. Eylem Şimşek
İtalya’ya taşındıktan sonra profesyonel hayatta kendinize nasıl bir yol çizdiniz?
Fotoğraf işlerime kaldığım yerden devam ediyorum. Haliyle ilk senemde İtalya’da biraz zorlandım, yeni yer yeni bir pazar. İtalya’daki ilk işim sevgili Tuba Büyüküstün sayesinde Vanity Fair’in İtalya edisyonu için oldu. Dolayısı ile İtalya’ya da iyi bir giriş yaptığımı düşünüyorum. Şimdi burada üç müşterim var. Aynı zamanda İstanbul’daki işlerime de devam ediyorum. Dünya gittikçe dijitalleşmeye başlayınca bu alandada kendimi geliştirmek istedim ve online olarak Babson University de ‘’Digital Strategy & Action’’ okudum. Bu sayede markalarla instagram’da ‘’content creation’’ için işbirlikleri yapıyorum. Çok keyifli bir yolculuk.
Dünyaca ünlü birçok marka için kampanya çekimleri ve projeler hayata geçirdiniz. Gurur duyduğunuz en özel iş hangisiydi, bir anısı var mı?
Hayalini kurduğum bir sürü şeyi gerçekleştirdim diyebilirim. En büyük hayallerimden biri televizyonda fotoğrafa dair bir program yapmaktı, öğrendiklerimi herkese aktarabilmekti . Onu da 2013 Yılında Skytürk’te yaptığım fotoğraf programım ‘’ŞİPŞAK‘’ ile gerçekleştirdim. Ne mutlu bana ki Türkiye’nin fotoğraf duayenleri ile birlikte unutulmaz bir tecrübe edindim. Bugüne kadar yapmış olduğum hiçbir işi birbirinden ayırmak mümkün değil benim için. Yaptığım işlerin hepsi benim ruhumdan bir şey yansıtıyor çünkü.
Fotoğrafçılığın uzun yıllar ilgi alanınız olduğunu biliyoruz. Geniş bir çerçeveden baktığınızda bu işin sizi cezbeden yanı ne?
Yaratıcı olmanın insanın kendi yaradılışında olduğuna inananlardanım. Ben böyle bir ruhla doğulduğunda inanıyorum. Bu dünyaya gelme şekliniz böyle. Doğduğunuz aile, çevreniz, yaşadığınız yer, arkadaşlarınız da sizin ilham kaynağınız. Ruh, her şeyi seçmiş oluyor zaten, size de bu bedende hakkını vererek en iyi şekilde icra etmek kalıyor. Çocukken ikizimle boya kavgası yapardık, bir sürü yaşıtımız bebeklerle oynarken. Sabahtan akşama kadar deli gibi resim çizerdik. Daha sonra piyano çaldık uzun seneler, orta okulda da büyük bir bale aşkıyla bale yaptım. Kısacası sanat hayatımda hep oldu.
Eşiniz Tommaso ile birlikte yaşadığınız Toskana’da tipik bir gününüz nasıl geçiyor?
İkimizde şu aralar çok yoğun çalışıyoruz. Sabah uyandıktan sonra öğle yemeğine kadar herkes kendi işlerini hallediyor. Saat birde öğle yemeği ve işlere devam. Genelde günlerimiz böyle geçiyor. Akşamları mutlaka birbirimize vakit ayırıyoruz.
İstanbul’u özlüyor musunuz, ne kadar sıklıkta geliyorsunuz?
Aslında tamamen iş odaklı iki şehir arasında mekik dokuyorum, esas evim İtalya. Evimdeki huzur benim üretimim için aradığım şeydi. Toskana’da küçük bir yerde yaşıyor olmak kendimi dinlememdeki en büyük etken. Yaz aylarında bazen tatile gelme fırsatım oluyor yoksa sadece iş odaklı geliyorum İstanbul’a.
Yurt dışında yaşıyor olmak size neler kattı ya da hayatınızda hangi açıdan değişiklikler getirdi?
İtalya’da aldığım her nefese şükrediyorum. İnsanın gönlünden geçen hayatı tam anlamı ile yaşaması bir lütuf bence.
İnternetle aranız nasıl, her şeyin dijitalleşmeye başladığı günümüzde siz sosyal medyayı hangi sıklıkta kullanıyorsunuz? İşinize katkısı olduğunu söyleyebilir misiniz?
İnsanın kendisini geliştirmesi hiç bitmeyen bir süreç bana göre. Her gün yeni bir şey öğrenebiliyorsunuz hayattan. Artık her şey o kadar hızlı ki. İşte ben de tam bu sebepten 2017’de online olarak Babson da ‘’Digital Strategy and Action‘’ okudum ve sertifika aldım. İş hayatıma inanılmaz bir etkisi oldu. Dijital dünyanın beklentilerini gerçekleştirmek, eskiye göre daha zor. Önceden sabır vardı, bekleyebilmek vardı. Şimdi Çarşamba çek, Cuma’ya hazır olsun kampanya! Dolayısı ile avantajları ve dezavantajları göreceli bir durum. Fakat bana öğrettiği en büyük şey nereye bakmam gerektiği oldu. Bu sertifikanın çok ekmeğini yedim diyebilirim.
Bir fotoğraf sanatçısı olarak sizi neler motive eder?
Fotoğrafa başladığım ilk günden beri ‘’bir hikaye’’ anlatması gerektiğini savunuyorum. Baktığımda bana bir şey anlatması lazım. Gerek hayata, gerek fotoğrafçıya dair. Bence fotoğraf parmak izi gibi, herkes aynı yöne bakıyor fakat aynı yeri görüyor mu acaba?